Basketbol Haberleri

6 Haziran 2014 Cuma

ELLERİNE SAĞLIK BOJAN BOGDANOVIC



       Başlığı okuyunca eminim ki birçoğunuz şaşırdınız. İçinizden “yahu bu adam maçı “0” sayıyla bitirdi. Başlıkta ne işi var?” diye düşündünüz. Ama bana izin verin, açıklayacağım.

       Final serisinin ikinci maçı öncesinde,  galibiyet için ağır basan taraf Fenerbahçe Ülker’di. İlk maçta rakibini 89-70 gibi farklı bir skorla mağlup eden sarı lacivertli ekip, skor üstünlüğünün yanı sıra rakibini oyun anlamında da sindirmişti.  Maçın başından sonuna kadar hızlı oynarak “run and gun” stratejini benimseyen, buna ek olarak boyalı alanda uzunlarını da iyi besleyen Fenerbahçe Ülker, rakibini savunmada çaresiz bırakmıştı. Tüm bunların ışığında Fenerbahçe’nin ikinci maçta da kazanması sürpriz olmazdı. Fenerbahce kazandı ancak işler hiç beklendiği gibi gitmedi. Bunda şüphesiz ki en büyük etken koç Ergin Ataman’ın bu sefer dersine çok iyi çalışmış olmasıydı.

       İki koç da maça ilk maçtaki beşleriyle başladı. Fenerbahçe Ülker  Bo Mccalebb, Emir Preldzic, Bojan Bogdanovic, Linas Kleiza ve Oğuz Savaş beşiyle sahada yer alırken, GS Liv Hospital’da Carlos Arroyo, Sinan Güler, Manuchar Markoishvili, Zoran Erceg ve Furkan Aldemir beşlisi sahadaydı. Galatasaray maça ilk maçın kötü ismi Erceg’in üç sayılık basketiyle başladı. Fenerbahçe Ülker ise hemen ilk hücumunda birinci maçta kaldığı yerden devam edeceğinin sinyalini verdi. Bo Mccalebb fişek gibi yarı sahayı geçerek turnikeyi bıraktı. Maçın başlarında ilk göze çarpan Bojan’ın, Arroyo’ya yaptığı savunmaydı. Bu seneye kadar hep “savunma yapmıyor, yumuşak kalıyor” eleştirilerine maruz kalan Bogdanovic, gösterdiği müthiş gayretle Arroyo’ya rahat nefes aldırmadı ve hemen maçın ilk çeyreğinde rakibini iki top kaybına zorladı. Burada bir parantez açmak lazım. Obradovic, sene başından beri Bogdanovic’in “saf skorer” kalıbından sıyrılıp “all-around” bir oyuncu olması için gayret gösteriyor. Ona yeni meziyetler kazandırmaya çalışıyor. Bojan bu işin oyun kuruculuk ve yaratıcılık kısmını pek kavrayamamış gözükse de (hala aldığı ve birebir zorladığı bir çok top elinde patlıyor), savunma kısmında kendini oldukça geliştirdi ve koç da ona inanarak neredeyse her maç rakibin en iyi skorerini onunla savunuyor. Fenerbahçe Ülker,  çeyrek boyunca sürekli vites arttırmaya çalıştı ve yarısahayı hep hızlı geçti. İlk maçtaki stratejisini devam ettiren sarı lacivertli ekipte uzunlar bu sefer yüzdeli atamayınca skor üretmekte zorlandı. Furkan Aldemir’in de ribaundlarda üstünlük kurmasıyla GS Liv Hospital oyun üstünlüğünü eline aldı. Çeyreğin bitimine 5.08 kala Kleiza’nın elindeki topa beş kişinin birden atlaması iki takım oyuncularının da maçı kazanmayı ne kadar istediğini gösterir nitelikteydi. Çeyrekte son üç dakikaya girilirken Markoishvili’nin üç sayılık isabetiyle Galatasaray 13-10 öne geçti. Ardından Fenerbahçe Ülker hücumlardan üst üste boş dönünce önce Arroyo’nun iki sayılık basketi geldi  ve ardından Markoishvili bir üç sayılık isabet daha buldu. 8-0’lık bir seri yakalayan konuk ekip 18-10 öne geçti ve Obradovic’in molası geldi. Molanın ardından Fenerbahçe Ülker savunmada vites artırdı ve çeyrek sonuna kadar rakibine sayı şansı tanımadı ancak hücumda da üretken olamadı. Bitime üç saniye kala Bo Mccalebb’in basket faulu geldi ve ilk çeyrek   13-18 GS Liv Hospital üstünlüğüyle geçildi.

       İkinci çeyreğe Fenerbahçe Ülker, Luka Zoriç önderliğinde etkili başladı. Önce bir basket-faul ardından bir diğer hücumda kaçan atışta hücum ribaund’ını alarak tamamlayan Zoriç’in bulduğu 5 sayıyla mücadeleye 18-18 eşitlik geldi. Bogdanovic tüm istikrarıyla savunmada Arroyo’yu deyim yerindeyse “bezdirmeye” devam etti ve top kayıplarına zorladı. Ardından Kleiza’nın bulduğu üç sayılık isabet ile Fenerbahçe Ülker uzun bir aradan sonra maçta 21-18’lik skorla öne geçti. Sarı Lacivertli ekip çeyreğin ilerleyen bölümlerinde Bo Mcclaebb’in hızlı hücumdan bulduğu turnikeyle farkı beş sayıya kadar çıkardı. Buraya kadar olan kısımda en dikkat çekici nokta Fenerbahçe Ülker’in Kleiza’nın şutu hariç tüm sayılarının boyalı alandan gelmiş olmasıydı.  Savunmada da Emir’in Ender Arslan’a yaptığı blok rüzgarı iyice arkasına almasına sebep oldu ancak buna dur diyen isim köşeden bulduğu üç sayılık isabetle Markoishvili oldu. Marko’nun üçlüğüne Melih cevap vermek isterken Cenk’in faulu geldi. Üç atışın da sayı olmasıyla Fenerbahce Ulker mücadelede tekrar iki sayıyla öne geçti. Çeyrekte son iki dakikaya girilirken GS Liv Hospital’ın sıcak ismi Manuchar Markoishvili bir kez daha sahne aldı ve Fenerbahçe Ülker potasına bir üçlük daha yollayarak takımını 30-29 öne taşıdı. Ardından, Fenerbahçe Ülker’e bir kötü haber de Nemanja Bjelica’dan geldi. Sırp forvet üçüncü çeyrek içerisindeki üçüncü faulünu yaparak uzun bir süre oturmak için benchteki yerini aldı. Çeyreğin bitimine on saniye kala Zoran Erceg’in bulduğu iç sayılık isabet ile ilk yarı 34-34 eşitlikle sonuçlandı.

       Üçüncü çeyreğe GS Liv Hospital hızlı bir giriş yaparak 4-0 ile başladı ancak Fenerbahçe Ülker rakibine yetişmeyi başardı ve çeyreğin ilk yarısı karşılıklı basketlerle geçildi. Çeyreğin ikinci yarısında Ender’in hücum süresi biterken uzaklardan gönderdiği üç sayılık basket çeyrekteki en büyük farkın yeniden oluşmasını sağladı ve GS Liv Hospital 52-48 öne geçti. Ancak Ömer Onan kendisine yapılan faulün ardından bulduğu iki serbest atış isabetiyle skoru 52-50’ye taşıdı. Ardından önce Emir Prelzdic, sonra Luka Zoric ile üstüste dört serbest atış kaçıran Fenerbahçe Ülker 54-50 geri düştü. Tam kriz geliyorum der gibiydi ki genç oyun kurucu Berk Uğurlu sahne aldı. Yaptığı güzel asistle emri topla buluşturdu ve Preldzic’in basket-faul’ü ile skor 54-53 oldu. Çeyreğin son hücumunda birebir oynamayı tercih eden Carlos Arroyo isabeti buldu ve son çeyreğe GS Liv Hospital’ın 56-53 üstünlüğüyle girildi.

       Son çeyreğe Carlos Arroyo sorumluluk alarak başladı ve bulduğu basketle takımını beş sayı farkla 58-53 öne taşıdı. Ancak Berk Uğurlu bir kez daha farkın daha fazla açılmasına izin vermedi. Melih Mahmutoğlu’nu köşede bomboş topla buluşturunca üç sayılık isabet geldi. Bir sonraki hücumda da Oğuz’a topu çok güzel indirdi. Basket gelmese bile faul geldi ve Oğuz çizgide hata yapmayınca mücadeleye bir kez daha 58-58’lik skorla eşitlik geldi. Bu dakikadan sonra Galatasaray Liv Hospital savunmada vites arttırdı ve Fenerbahçe Ülker hücumları iyice tıkandı. Sayı bulmakta oldukça zorlanan ev sahibi ekip maçın bitimine 6’30 kala Erceg’in köseden bulduğu iki sayılık isabetle altı sayı geriye düştü. Fark altıya çıkınca Obradovic, Berk’i oyundan alarak Bo McCalebb’i tekrar sahaya sürdü. Bitime 4’30 kala Carlos Arroyo anlamsız bir şekilde kendi takımı hücumdayken Mccalebb’e dirsek attı ve hücum faul ile cezalandırıldı ki centilmenlik dışı faul çalınmadığı için oldukça şanslıydı. Ardından hemen bir sonraki pozisyonda da Zoric’e faul yapınca Hırvat pivot çizgiye gitti ve iki atışından da isabet buldu. Çeyreğin son bölümüne girilirken Arroyo bir kez daha sorumluluk aldı ve tamamen kendisi oynadığı birebir hücumları oldukça yüksek yüzdeyle bitirdi. Maçın en kritik anı ise bitime 2’03 kala Nemanja Bjelica’nın bulduğu üçlük oldu. Attığı üçlükle farkı iki sayıya indiren Sırp forvet takımının maça tutunmasını sağladı. Bitime 1’42 kala Luka Zoric’in serbest atış sayılarıyla maça 71-71 eşitlik geldi. Bir sonraki hücumda Emir Preldzic’e faul yapıldı. Kafasına aldığı darbe sonucu oyuna devam edemeyince faul atışlarını Linas Kleiza kullandı ve çizgiden 1/2 isabet sağlayarak takımını 72-71 önce geçirdi. Arroyo’nun cevabı gecikmedi. Yıldız oyun kurucu Bir kez daha birebir hücumla potaya gitti ve turnikesiyle GS Liv Hospital’ı 73-72 öne geçirdi. Maçın bitimine 25.7 saniye kala Ergin Ataman’ın molası geldi. Molanın ardından Sinan Güler kenardan topu oyuna sokarak Markoishvili’ye verdi ancak Bo Mccalebb tartışmalı bir müdahale ile (bence faul) topu çaldı ve ardından Emir’in asistiyle bomboş bir turnike atarak Fenerbahçe Ülker’i 74-73 öne geçirdi. Ardından Galatasaray Liv Hospital son hücumdan sayıyla dönemeyince Fenerbahçe Ülker maçı 74-73 kazandı ve final serisinde 2-0 öne geçerek ev sahibi avantajını korudu.

Fenerbahçe Ülker Nasıl Kazandı ?

-          Ev sahibi avantajını çok iyi kullandı. Salondaki atmosfer oldukça iyiydi.

-          Bojan Bogdanovic gösterdiği savunma gayretiyle Carlos Arroyo’yu bezdirdi ve dönem dönem onu oyundan düşürdü

-          Kritik anlardaki hücumlardan sürekli isabetle döndü.

-          Rakip ne kadar iyi savunursa savunsun, temel stratejisinden hiç vazgeçmedi. Sürekli oyunu hızlandırmaya çalıştı ve uzunlarını besledi.

Galatasaray Liv Hospital Nasıl Bu Kadar Zorladı?

-          Yazının başında da belirttiğim gibi bunda en büyük pay kesinlikle Ergin Ataman’a ait. İlk maçın ardından dersine çok iyi çalışmış ve Fenerbahçe Ülker’i çok iyi analiz etmiş.

-          Fenerbahçe Ülker hızlı hücumlarını sürekli taktik faulle kesti ve rakibinin tempoyu yakalamasına izin vermedi.

-          Boyalı alanı iyi kapattı, rakip uzunları düşük yüzdede tuttu ve ribaundlarda üstünlük kurdu

-          Üç Sayılık  atışlarda ilk maçın aksine yüksek bir yüzde ile isabet buldu. (İlk Maç : %28, İkinci Maç : %43.4)

 

Üçüncü Maç Ne Olur?

İlk maçı Fenerbahçe 19 sayı farkla domine ederek kazanarak “şampiyon ben olacağım” mesajını rakibine vermişti fakat GS Liv Hospital deplasmanda rakibine kaybetse de soğuk terler dökmesine neden olarak kazanabileceğini gösterdi ve “ben de buradayım” mesajını verdi. Galatasaray Abdi İpekçi Arena’daki üçüncü maça kuşkusuz maçın favorisi olarak çıkacaktır. Arkasındaki ateşli taraftar desteğine ek olarak Fenerbahçe’nin 2-0 önde olması koç Obradovic olsa bile bir rahatlamaya yol açacaktır.  Oyuncular bu maçı hem kendi seyircileri önünde kazanıp umutlanmak, hem de taraftarlarından özür dilemek için bir fırsat olarak göreceklerdir. Tüm bunların ışığında Galatasaray Liv Hospital biradım önde gözükse de basketbolun nelere kâdir bir spor olduğunu hepimiz ikinci maçta gördük. Bekleyip göreceğiz…

 

 

16 Mayıs 2014 Cuma

SÖYLESENE BİZE HOCA, TAKIM NİYE KAZANAMIYOR?




       Euroleague’in basketbolseverler tarafından en çok beklenen bölümü sonunda geldi çattı. Sezon başlarken bütün takımların ve taraftarların rüyalarını süsleyen Euroleague şampiyonluk kupasına giden yolun son durağı bu sene Milano’da düzenleniyor. Zorlu serilerden geçerek “Final Four” oynamaya hak kazanan ekipler Real Madrid, Barcelona, CSKA Moskova ve Maccabi Tel Aviv takımları oldu ve bu heyecan fırtınası CSKA Moskova – Maccabi Tel Aviv maçıyla başladı.
İki takım da Euroleague Play-Off aşamasında çok sert takımları eleyerek Milano’ya geldi. CSKA Moskova, her ne kadar Obradovic döneminin ardından eski gücünden uzak olsa da Final Four’ların gediklisi Panathinaikos’u 3-2 ile geçerken, Maccabi Tel Aviv ise çoğu çevrelerce favori bile gösterilmemesine rağmen,  EA7 Milano’yu 3-1’le geçerek Milano biletini kaptı. Shawn James gibi önemli bir uzunun eksikliği Maccabi için önemli bir handikap oluşturuyordu. Bunun üzerine zaten bireysel olarak daha iyi oyunculara sahip olan CSKA’nın şampiyonluk açlığı da eklenince maç öncesi ibre CSKA tarafına doğru kayıyordu. CSKA tarafının en büyük soru işareti ise “Acaba Teodosic ne yapacak ?” sorusuydu. Hepimizin bildiği gibi Avrupa’nın en elit oyuncularından olmasına rağmen,  Sırp Oyun Kurucu’nun “önemli maç” karnesi pek parlak değildi.
      
       İtalyan Koç Messina çoğu zaman olduğu gibi Kaun-Vorontsevich-Khryapa üçlüsünü bir arada kullanarak maça üç uzunla başladı. Bu şekilde ribaundlarda ve pota altında üstünlüğü ele almayı planlıyordu ve maçın başında Messina’nın planı tutmuş gibi gözüküyordu. Maccabi hızlı hücumlarla sayı arayıp tempoyu yükseltmeye çalıştı ancak CSKA sürekli üstün olduğu pota altından oynayarak rahat sayılar üretti. Bunun yanında ribaundlarda da rakibine üstünlük sağlayan Rus ekibi 14-8 öne geçti ve Maccabi molası geldi. Molanın ardından “dev adam” Sofo’nun oyuna girmesiyle dengeler bir anda değişti. Karşısında neredeyse kendisinin yarısı kadar olan Hines’ı bulan Sofo oldukça etkili oynadı ve Maccabi, Hickman’ın  basket-faulu ile serisini 6-0’a taşıdı. Maça 14-14 denge gelmesinin ardından CSKA molayı aldı. Mola sonrası Khryapa’nın turnikesi ve Sony Weems’in serbest atıştan bulduğu sayıyla CSKA Moskova ilk çeyreği 19-16 önde tamamladı. İlk çeyrele ilgili en ilginç nokta,  iki takımın da üç sayılık isabet bulamamasıydı.

       İkinci çeyrek hızlı başladı. Maccabi yine ilk çeyrekte olduğu gibi tempoyu artırarak hücum etmeye ve sayı bulmaya çalıştı. CSKA ise düzenli olarak organize set oyunlarını oynamaya devam etti. Sofo’nun oyunda olması Maccabi’li oyuncuları sürekli onun üzerinden oynamaya yöneltti. Sofo’nun da yorulmasıyla birlikte Maccabi hücumları verimsizleşmeye başladı. Skor her ne kadar yakın gitse de maçın kontrolü Rus ekibine geçti. Maçın ilk üçlüğü ise 2. Çeyreğin 2. Dakikasında yılların eskitemediği adam David Blu’dan geldi. Teodosic’in Blu’ya cevabı ise gecikmedi. Sırp oyun kurucu bulduğu üç sayılık isabet yanında bir de faul almayı başardı ve Blu’nun üç sayılık basketine dört sayılık bir hücumla cevap verdi. Çeyreğin son beş dakikasına girilirken kaçan Maccabi şutunu Tyus tipledi ve çeyreğin ikinci yarısına 31-27 lik CSKA Moskova üstünlüğüyle girildi. Bu bölümde özellikle savunmada vites arttıran CSKA rakibine tam dört dakika boyunca sayı şansı tanımadı ve ilk yarıyı CSKA Moskova takımı 38-30 önde tamamladı.

       Üçüncü çeyreğe Kaun’un smacıyla başlayan Rus temsilcisi farkı çift hanelere çıkardı. Ardından Blu’nun bulduğu üç sayılık isabet ile fark yedi sayıya inse de Micov ve Hines’ın bulduğu turnikelerle CSKA farkı on bir sayıya çekmeyi başardı. Atılan karşılıklı basketlerin ardından Devin Smith sahne aldı ve attığı üç sayılık basketle Maccabi’yi oyunda tuttu. Ama Smith’e cevap gecikmedi. Fridzon bulduğu üç sayılık basket ile farkın kapanmasına izin vermedi. Çeyreğin ikinci yarısına girilirken CSKA ağırlığını iyice hissettirmeye başladı. Savunmasını yukarı çeken Rus ekibi hücumda da verimli oynayınca skorda 55-40’ı yakalayarak on beş sayılık bir avantaj elde etti Çeyreğin son dakikasında ise Maccabi’nin destansı geri dönüşü başladı. Rice’ın serbest atış çizgisinden bulduğu sayıların ardından Ricky Hickman’ın üç sayılık isabeti geldi ve üçüncü çeyrek 55-45 CSKA’nın üstünlüğüyle geçildi.

       Son çeyreğe Maccabi anahtarları Tyrece Rice’a vererek başladı. Rice’ın birebir zorlamasının ardından Teodosic’i geçerek bulduğu tunikeyle çeyreğin ilk basketi Maccabi takımından geldi.  Rice’a Kaun turnikeyle cevap verdi ve farkı on sayıda tutmayı başardı. Ardaından iki takım da hücumlardan boş dönmeye başladı. Birebir zorlamalara devam eden Maccabi, Alex Tyus’un bulduğu iki basketle farkı altı sayıya kadar çekti ancak onlara “dur” diyen bulduğu üç sayılık basketle Viktor Khryapa oldu. Maccabi ise inadını devam ettirdi. David Blu ve Ricky Hickman iki hücumda üst üste üç sayılık isabetler sağladılar ve maçın bitimine dört dakika kala fark beş sayıya indi. Hickman’ın üçlüğünün ardından Maccabi taraftarı iyice havaya girdi ve Milano’yu adeta Nokia Arena’ya çevirdiler. Taraftarın da etkisiyle birlikte Maccabi rüzgarı arkasına aldı. Messina, Aaron Jackson’ı oyuna alarak çeyreğin başında birebirlerle takımını sırtlayan  Rice’ı durdurmayı başarmıştı ancak maçın bitimine üç dakika kala Jackson sakatlanarak yerini Teodosic’e bırakmak zorunda kaldı. Sakatlığın ardından ilk Maccabi hücumunda Rice, Teodosic’i bir kez daha çok rahat geçti ve turnikeyi bırakarak farkı üç sayıya indirdi. Bu baskete Sony Weems her ne kadar bulduğu Mid-range atışla cevap verse de günün sıcak ismi David Blu CSKA potalarına bir üçlük daha yolladı ve maçın bitimine 13.5 saniye kala farkı bir sayıya indirdi. Son hücumda CSKA topu kenardan oyuna soktu ancak belki de maçın o ana kadarki en iyi oyuncusu Khryapa, maçın en önemli anında, maçın en önemli topunu elleriyle rakibe hediye etti. Hızla potaya yönelen Rice turnikeyle hücumu noktaladı ve maçın bitimine saniyeler kala Maccabi maçta ilk kez öne geçti. Son saniyede Sony Weems’in üç sayılık atışı isabetli olmayınca Maccabi Tel Aviv maçı destansı bir şekilde 68-67 galip bitirerek finale yükseldi.

       Böylelikle CSKA Moskova takımı son dönemde alıştığı üzere bir kez daha Euroleague’de hüsrana uğradı. Yıllardır Avrupa’nın en çok para harcayan ekibi ünvanını başkalarına kaptırmayan Rus temsilcisi buna rağmen son altı senedir şampiyonluğa ulaşamıyor ve “loser” etiketi artık iyice üzerlerine yapışmış durumda.  Unutulmaz 2012 Finalinde Olimpiakos’a karşı 19 sayı öne geçmelerine rağmen verdikleri şampiyonluk hala unutulmamışken üzerine bir kez daha 15 sayı öndeyken ve maçın tüm kontrolü ellerindeyken bu maçı kaybetmeleri gösteriyor ki “loser” etiketi bu takımın üzerinden kolay kolay çıkmayacak.  

İşte Son Saniyelerde Gerçekleşen Maccabi Mucizesi...

10 Nisan 2014 Perşembe

BU ÇOCUK OLUR...



Anadolu Efes’in haftalar önce Euroleague’e havlu atmasının ardından Fenerbahçe Ülker de geçen hafta havlu atınca bu maç iki takımımız için de bir anda prestij maçına dönüşüverdi. Maç öncesi Anadolu Efes cephesinde üç oyun kurucunun birden(Jamon Gordon, Zoran Planiniç, Doğuş Balbay)  oynayamayacak olması Angellou için işleri zorlaştırmıştı. Maç öncesi Fenerbahçe Ülker cephesindeyse ilginç bir olay dikkatlerden kaçmadı. Henüz sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte Emir Preldzic kadro dışı gözüküyordu ve maçı izlemek için bile salonda değildi.

Fenerbahçe maça pota altında Oğuz Savaş’ı kullanarak başladı. Neredeyse her pozisyonda top içeri indirildi ve Oğuz da yüksek yüzdeyle oynayarak pota altında fark yarattı. Bojan Bogdanovic de birebirlerle Oğuz’a destek olunca ilk dört dakikayı Fenerbahçe Ülker 13-4 önde geçti ve Angellou’nun molası geldi. Bu molada belki de Dünya Basketbol tarihinde daha önce hiç yaşanmamış bir olay gerçekleşti. Normalde maçların devre arasında yapılması gereken bir organizasyon yine nedensiz bir şekilde daracık bir molaya sığdırıldı. Son olarak kariyerini San Antonio Spurs takımında noktalayan büyük efsane, kritik son şutların adamı Robert “Mr. June” Horry sahneye çıktı ve Spurs’un Fenerbahçe Ülker ile bir hazırlık maçı oynayacağını bizlere müjdeledi. Aslında bu olay bile maçın ne kadar ciddiyetten uzak ve amaçsızca oynandığını gözümüze sokar gibiydi. Moladan sonra Anadolu Efes birazcık hareketlense de Fenerbahçe aradaki farkı korumayı başardı ve ilk çeyreği 21-10 önde geçti.

Anadolu Efes üç oyun kurucusunun da sakat olmasından dolayı saha içinde kendi oyun kurucusunu yarattı ve bu görevi Dusko Savanoviç üstlendi. Açıkçası  Sırp Forvet, oyun kurucu mevkiisinde de çok fazla sırıtmadı. Yüksek oyun zekasını ve saha görüşünü başarıyla sahaya yansıttı ve ikinci çeyreğin başında ipleri eline aldı. Yaptığı asistlerle göz dolduran Savanoviç takımını düzende tutmaya çalıştı. Savanoviç tam kontrolü ele aldı derken ev sahibi ekipte ’96 doğumlu oyun kurucu Berk Uğurlu sahneye çıktı. Sahada oldukça özgüvenli görünen Berk oyuna tempo kazandırdı. Tam sahayı hızla geçmesinin ardından üstüste yaptığı asistlerle ve attığı sayılarla takımını önde tutmayı başardı ve sene başından beri “saf oyun kurucu” özlemi çeken Fenerbahçe Ülker taraftarını sevindirdi. Fenerbahçe alışılmışın aksine topu oldukça iyi çevirdi ve iç dış dengesini sağlamayı başardı. Bunun ekmeğini en çok yiyen oyuncu ise Luka Zoric oldu. Sene başından beri neredeyse hiçbir uzuna karşı üstünlük kuramayan Zoric (Euroleague’in maç başına ortalama en çok blok yiyen oyuncusu) oldukça etkili bir oyun sergiledi ve Fenerbahçe Ülker ilk yarıyı 45-31 önde tamamladı.

Üçüncü çeyrekte Berk Uğurlu şov vardı. Yaptığı muhteşem asistlerin yanında penetreleriyle izleyicilere Bo McCalebb’den de esintiler sunan Berk, hem izleyicilerin hem de Obradovic’in yüzünü güldürdü. Üçüncü çeyrekte de maç boyunca olduğu gibi iki takım da savunma adına efor sarf etmedi. Savanovic’in de yorulmasıyla birlikte Anadolu Efes iyice düzenden uzaklaştı ve farkın açılmasına engel olamadı. Çeyreğin sonlarına doğru ha oldu ha olacak diye beklediğimiz Melih-Obradoviç buluşması gerçekleşti ve Obradovic Melih’in kafasına vura vura (mecazi değil, gerçek anlam) bir şeyler anlattı. Üçüncü çeyrek Fenerbahçe Ülker’in 68-49 üstünlüğüyle tamamlandı.

Dördüncü çeyrek başında genç yetenek Emircan Koşut attığı üçlüğün ardından Melih Mahmutoğlu’nu bloklayarak “ben de buradayım” mesajı verdi. Çeyreğin geri kalanı ise tam bir “mahalle maçı” havasında oynandı. İki takım da rahat bir şekilde karşılıklı basketler buldu. Luka Zoric de son çeyrekte ikili oyunlarda ve sırtı dönük oyunlarda oldukça etkili bir görüntü çizdi(Tabii bunda vücudu henüz tam olarak oturmamış ve oldukça ince olan Emircan Koşut’un  Zoric’i savunduğunun da gözlerden kaçmamaması gerekli) Fenerbahçe Ülker baştan sona üstün götürdüğü mücadeleyi 84-65 kazandı ve Top 16 serüvenini 6 galibiyet, 8 mağlubiyet ile tamamlamış oldu. Maçın en önemli noktası ise Berk Uğurlu’nun maçı 12 sayı 7 asist 4 ribaund ile tamamlamasıydı. Berk bu performansıyla Kenan Sipahi’ye “yalnız değilsin” mesajını da göndermiş oldu.

Bir parantez de Linas Kleiza için açmak istiyorum. Bu sezon büyük umutlarla transfer edilen Litvanyalı forvet maalesef bekleneni veremedi. Böylesine iddiasız bir maçta bile oldukça sönük göründü. Sezon başından beri birkaç maç dışında bir türlü istediği performansı yakalayamadı. Ama Kleiza ismi gerçekten çok büyük ve umarım gelecek sezon beklediğimiz sorumluluk alan, elini taşın altına sokmaktan çekinmeyen “clutch” Kleiza’yı bizlere izlettirir. Gerçekten formda bir Kleiza, Avrupa’nın en iyi skorer  4 numarası olabilecek kapasitede bir oyuncu ve geçmişte onun neler yapabildiğini hepimiz izledik. Yazımın sonuna gelirken şunu da belirtmek isterim. Bugün gördük ki gerek Berk Uğurlu, gerek Cedi, gerek Emircan alttan gümbür gümbür geliyor. Son Avrupa Gençler Şampiyonası’nın MVP’si Kenan Sipahi de hesaba katıldığında milli takımımızın önü açık. Yeter ki bu gençlere biraz güvenilsin biraz sorumluluk verilsin. En azından bir Avrupa Şampiyonluğu bu jenerasyonla hayal değil…

4 Nisan 2014 Cuma

BİZE MÜSAADE BEYLER…


Umutların tükenme noktasında olduğu bir dönemde maç oynanacaktı. Kendi evinde aldığı Milano yenilgisinin ardından Fenerbahçe Ülker’in  TOP 8’e kalma ihtimali artık mucizelere bağlı gözüküyordu. Üst tur için iki Yunan ekibinden (Panathinaikos, Olympiacos) birinin kalan iki maçını da kaybetmesi gerekliydi.  Tüm bunlar ışığında maç öncesi konsantrasyon kaybı normal olarak gözükse de hafta içi ezeli rakip Galatasaray’a karşı  yirmi beş farkla kazanılan derbinin olumlu olarak takıma etki etmesi de beklentiler arasındaydı.

Maç tam da beklediğim gibi başladı. “İki iddiasız takımın sıkıcı mücadelesi” maç başlangıcını en güzel tanımlayan kelime gurubu olur. İsteksiz savunmalara karşı iki takım da kolay ve yüzdeli sayı üretti. İlk çeyrek karşılıklı basketlerle devam etti ve iki takım arasında belirli bir diferans oluşmadan ilk çeyrek 20-18 Laboral Kutxa üstünlüğüyle geçildi.

İkinci çeyrekten itibaren ev sahibi ekip yavaş yavaş üstünlüğünü hissettirmeye başladı. Özellikle Fenerbahçe Ülker’in zayıf boyalı alan savunmasına karşılık pota altında 2.13’lük dev Tibor Pleiss ‘ı kullanmaya başlayan Laboral Kutxa o pozisyonda önemli bir fark yarattı. Fenerbahçe pota altında sene başından beri süregelen ve artık “alıştığımız” üzere Pleiss’e bir çözüm üretemedi. Linas Kleiza’nın,  Pleiss’a karşı  bir buçuk dakikada üç faul alması çaresizliğin en net göstergesiydi. Pleiss’ın bu dominasyonunun yanında Fenerbahçe Ülker savunmasının bir diğer kronik sorunu olan “dış atış savunamama” sorunu da tekrar baş gösterdi ve ev sahibi ekip ilk yarıda  6/9 gibi “inanılmaz” bir yüzdeyle üçlük attı. Bu da adeta “pastanın üzerindeki krema” oldu ve Laboral Kutxa ilk yarıyı 47-38 önde tamamladı.

Üçüncü çeyrek Fenerbahçe Ülker adına kabus gibi başladı. Üst üste çok basit top kayıpları yapan Fenerbahçe Ülker yaklaşık iki buçuk dakikada 13-1 lik bir seri yedi ve mücadelede 60-39 geriye düştü.  Bir kez daha bir kırılma anında Fenerbahçe rakibine bir karşılık veremedi ve yenilen bu seriden sonra bir daha maçın içine dönmek için reaksiyon bile göstermedi. Ev sahibi ekip ise ısrarla Pleiss üzerinde oynayarak orada bulduğu maden’i işlemeye devam etti. Seriden sonra adeta kontak kapatan ve rakibin hücumlarını savunmak yerine sadece “izlemeyi” tercih eden Fenerbahçe Ülker belki de 35-15 biten Barcelona maçı ilk çeyreğinden sonra bu sezonki en kötü basketbolunu oynadığı  çeyreği 78-54 geride tamamladı.

Son çeyrek ise ev sahibi takım için gösteri maçı havasında geçti. Tomas Heurtel yaptığı muhteşem asistlerle basketbolseverlere adeta resital sundu ve önümüzdeki sene için elit Euroleague takımlarına göz kırptı.  Fenerbahçe savunmada “antreman direnci” bile ortaya koyamayınca Laboral takımı rahatça “100” sınırına dayandı ve maçı 95-73 galip tamamladı.

Fenerbahçe almış olduğu bu sonuçla bu sezon için Euroleague defterini geçen hafta kendi evinde aldığı Milano mağlubiyetiyle psikolojik olarak kapatmasının ardından bu maçla “matematiksel” olarak da kapatmış oldu. Sezon öncesi “efsane koç” Obradovic ile anlaşılması, Linas Kleiza,  Nemanja Bjelica ve Luka Zoric (geçen sene Malaga ile Euroleague’in ikinci yarısında muhteşem bir performans sergilemişti) gibi önemli transferlerin yapılması beklenti çıtasını yükseltmişti. Euroleague ilk turunda takımın fırtına gibi esmesi ve turnuvanın en elit takımlarını adeta bozguna uğratarak yenmesi beklentiyi iyice yukarılara çekti. Bojan Bogdanovic (İlk turda Euroleague’in en skorer oyuncusu) ve Emir Preldzic’in (İlk turda “verimlilik puanı" sıralamasında ilk 3 içerisinde) parlayan oyunlarını TOP 16 turuna taşıyamamaları kötü geçen TOP 16 turunun en büyük sebebi oldu. Bunun yanında takımın tek pota altı savunucusu Gasper Vidmar’ın sezonu kapatması ve yerinin bir türlü doldurulamaması da takımın dengesini bozdu.

Gelelim Obradovic’e. Ben Obradovic’i gerçekten bazen tanıyamıyorum. Birincisi, Bir “Obradoviç takımı” asla bu kadar ruhsuz olamaz asla bu kadar kolay yelkenleri suya indirmez. Takımdaki olmayan savunma azmi, ortaya kon(amay)an sertlik, her hafta aynı hataların tekrarlanması ve sezon başından beri süregelen ve asla bir gram ilerleme kaydedilemeyen organizasyonsuzluk ve yapılamayan top paylaşımı. Bunların hiçbiri efsane koç Obradoviç’e yakışmıyor. Basketbolla ilgilenen herkesin gördüğü ve bas bas bağırarak dile getirdiği “bu takıma bir oyun kurucu ve pota altını karartacak sert bir uzun lazım” düşüncesi neden değerlendirilmedi? Neden bu iki eksik bu kadar barizken Sekuliç ve Jackson gibi iki anlamsız ve faydasız transfer yapıldı? En basitinden Sekuliç ve Jackson yerine, Hackett ve Anosike alınsaydı (ki ikisinin de transfer döneminde ismi bizimle anıldı) eminim ki şimdi TOP 8 maçlarını hesaplamaya başlamıştık. Ki Hackett hamlesinin Milano’ya neler kattığı ortada. Uzun lafın kısası Fenerbahçe sezon başından beri asla bir “Obradovic Takımı” gibi oynamıyor. Ne savunma yapabiliyor ne de hücumda bir set oyunu oynayabiliyor. İşin en “ilginç” tarafı da yazıda daha  önce de belirttiğim gibi takım ne savunmada ne hücumda sezon başından beri bir adım ileri atamadı ve bunda hepimizin eleştirmeden önce belki de yüz kez düşünmesi gerektiği Obradovic’in de çok büyük payı var. Ama bu demek değil ki Obradovic ile yollar ayrılsın. Bu takımı ayağa kaldırabilecek ve “loser” etiketinden kurtararak Euroleague’in elit takımlar sınıfına sokabilecek tek adam şu an başımızda ve ben eminim ki şimdiden gelecek sezon için kafasında planlar hazırlamaya başlamıştır. Sadece biraz sabır… O sabır bu sefer başarıyı er ya da geç getirecek.

Neyse beyler bize müsaade, biz kalkıyoruz artık. Önümüzdeki sene görüşürüz…

29 Mart 2014 Cumartesi

KAOS VE KATLİAM


Fenerbahçe Ülker belki de sezonun en önemli maçında EA7 Milano takımıyla karşılaştı. Koç Obradoviç’in maçtan önce yapmış olduğu “3 final maçımız var, ilkine bu hafta çıkıyoruz” açıklaması maçın anlamını ve önemini gösterir nitelikteydi. Maç öncesi  artık alıştığımız üzere neredeyse tüm biletler satılmıştı ve salon hınca hınç doluydu.  Dört fark ve üzerinde alınacak bir galibiyet takım için grupta ikinci yolunu açacaktı. Üstelik bu sezon  Euroleague’de 17.4 sayı ortalaması tutturan  rakibin en önemli skoreri Keith Langford’un da sakatlığından ötürü oynayamayacak olması Fenerbahçe Ülker’i maçın net  favorisi haline getirdi. Maç öncesi her şey temsilcimiz adına olumlu gözüküyordu.

Maç yavaş tempoda ancak oldukça sert başladı. İki taraf da adeta birbirlerine maçın başında “pes etmeyeceğiz “ mesajı verdiler.  Fenerbahçe sezon başından beri bir türlü gösteremediği savunma azmini ve sertliğini göstererek maça başladı. Çeyreğin son bölümüne kadar akıllı ve doğru savunma yapan temsilcimiz çeyreğin sonunda yaptığı basit savunma hatalarına ve son saniyede çalınan “anlamsız” teknik faule rağmen ilk çeyrekte rakibini on dört sayıda tutmayı başardı ve ilk çeyreği 15-14 önde tamamladı. Ama bu tozpembe tablo fazla uzun sürmedi

İkinci çeyrekte Gani Lawal’ın oyuna girmesiyle rüzgar tersine döndü.  Hem hücumda hem savunmada Fenerbahçe uzunlarına karşı büyük üstünlük kuran Lawal, çoğunluğunu,  aldığı hücum ribaundlarından bulduğu sayılarla ve savunmada getirdiği büyük enerjiyle Fenerbahçe Ulker uzunlarını adeta “denize döktü” ve Milano’yu bir anda öne fırlattı. Fenerbahçe Lawal hamlesine sahada karşılık veremedi ve benchten de çözüm bulunamayınca bir anda kontrolü kaybetti. TOP 16 turunun başından beri kırılma anlarında büyük sıkıntı yaşayan temsilcimizin hastalığı nüksetti ve “amatör” seviyede bile yapılmayacak hatalarla üst üste basit top kayıpları yaptı. Bu hatalar hücuma da olumsuz yansıdı ve tamamen düzenden uzak, akıcılığın ve pas trafiğinin olmadığı sadece birebir zorlamalara dayanan “kaos” basketboluna dönüldü. Milano ise temsilcimizin aksine sahada adeta kusursuz şekilde hücum etti. Her hücumda özenle en doğru zamanda en doğru şutu kullanan misafir takım ilk yarıyı 29-38 önde kapattı.

Üçüncü çeyrek , ikinci çeyreğin bittiği yerden başladı. Temsilcimiz hücumda bir türlü organize bir oyun ortaya koyamadı ve sadece zorlama birebirlerle sayı bulmaya çalıştı. Savunmada ise tamamen konsantrasyonunu kaybetmiş ve ne yapacağını bilmeyen bir takım vardı sahada.Üst üste gelen iki üçlükle temsilcimiz on altı sayı geriye düştü. Takım futbol tabiriyle adeta “yürümeye” başlayınca Obradovic takımını uyandırmak için teknik faul aldı ve son kozunu oynadı. Ancak hakem ilginç bir şekilde  direk diskalifiye kararı verdi ve koç maçın geri kalanını soyunma odasından takip etmek zorunda kaldı. Koçun atılmasından sonra hakemler maçın kontrolünü ellerinden kaçırdılar ve gerek tribünlerde gerekse saha içinde tansiyon yükseldi. Bir ara yirmi sayılara dayanan fark anlık bir patlamayla on iki sayıya kadar indirilmiş olsa da Hackett’in son çeyreğin son saniyesinde bulduğu basketle Milano takımı üçüncü çeyreği on dört sayı farkla 54-68 önde bitirdi.

Son çeyreğe misafir takım aradaki sayı farkının da rahatlığıyla iyi başladı ve sayı farkını çeyreğin ortalarına kadar korumayı başardı. Ancak,  Pierre Jackson’ın birazcık kıpırdanmasıyla ve Bojan Bogdanovic’in kararlı oyunuyla  Fenerbahçe yavaş yavaş geri gelmeye başladı.  Artık tamamen “ne olursa olsun” modunda oynayan temsilcimiz kırılma anlarında yine yanlış tercihlerde bulununca bir türlü rakibi yakalayamadı  ve salondan 82-73 mağlup ayrıldı


Kısa Kısa….

-Oyuncuların hiçbirinin kafası sahada değildi. Hiçbirisi sezonun en önemli maçına çıkıldığının bilincinde oynamadı.  ( Bo Mccalebb ile Obradovic arasında yaşanan diyalog bunu resmen gözler önüne serer nitelikteydi)

-TOP 16 turunun başından beri süre gelen “organizasyonsuzluk” bu maçta da devam etti. Maalesef yine set hücumu göremedik. Fenerbahçe Ülker ne şutörlere şut yaratabildi ne de pota altına top indirebildi.

-Aslında sezon başından beri konuşulan “Pota Altı Savunucusu, Atletik Ribaundçu Uzun” eksikliği bir kez daha göze battı. Luka Zoriç pota altında adeta etkisiz eleman görüntüsü sergiledi. Rakibe 12 hücum ribaund’u verildi.

-Fenerbahçe Ülker maçın içinde Bogdanovic’e  yardımcı bir oyuncu bir türlü çıkaramadı. Kleiza ve Bjelica gibi “winner” kimliğiyle tanınan oyuncular taşın altına elini sokup sorumluluk almayınca mağlubiyet kaçınılmaz oldu.

-Hakemlere değinmeden olmaz. Bugün adeta artniyetli ve kasıtlı bir şekilde maça müdahil oldular. Özellikle İspanyol hakem Juan Carlos Arteaga kırılma anlarında çaldığı yanlış düdüklerle maçı rayından çıkardı.

-Gergin anlarda bir türlü soğukkanlılık sağlanamadı ve sürekli yanlış tercihler yapıldı.

-Bojan Bogdanovic sonunda geri döndü ama maalesef geç kaldı.

-Bu maçla birlikte TOP8 defteri bu sezonluk artık kapandı diyebiliriz. Fenerbahçe Ülker’in gruptan  çıkabilmesi için artık mucizeye ihtiyaç var.