Basketbol Haberleri

4 Nisan 2014 Cuma

BİZE MÜSAADE BEYLER…


Umutların tükenme noktasında olduğu bir dönemde maç oynanacaktı. Kendi evinde aldığı Milano yenilgisinin ardından Fenerbahçe Ülker’in  TOP 8’e kalma ihtimali artık mucizelere bağlı gözüküyordu. Üst tur için iki Yunan ekibinden (Panathinaikos, Olympiacos) birinin kalan iki maçını da kaybetmesi gerekliydi.  Tüm bunlar ışığında maç öncesi konsantrasyon kaybı normal olarak gözükse de hafta içi ezeli rakip Galatasaray’a karşı  yirmi beş farkla kazanılan derbinin olumlu olarak takıma etki etmesi de beklentiler arasındaydı.

Maç tam da beklediğim gibi başladı. “İki iddiasız takımın sıkıcı mücadelesi” maç başlangıcını en güzel tanımlayan kelime gurubu olur. İsteksiz savunmalara karşı iki takım da kolay ve yüzdeli sayı üretti. İlk çeyrek karşılıklı basketlerle devam etti ve iki takım arasında belirli bir diferans oluşmadan ilk çeyrek 20-18 Laboral Kutxa üstünlüğüyle geçildi.

İkinci çeyrekten itibaren ev sahibi ekip yavaş yavaş üstünlüğünü hissettirmeye başladı. Özellikle Fenerbahçe Ülker’in zayıf boyalı alan savunmasına karşılık pota altında 2.13’lük dev Tibor Pleiss ‘ı kullanmaya başlayan Laboral Kutxa o pozisyonda önemli bir fark yarattı. Fenerbahçe pota altında sene başından beri süregelen ve artık “alıştığımız” üzere Pleiss’e bir çözüm üretemedi. Linas Kleiza’nın,  Pleiss’a karşı  bir buçuk dakikada üç faul alması çaresizliğin en net göstergesiydi. Pleiss’ın bu dominasyonunun yanında Fenerbahçe Ülker savunmasının bir diğer kronik sorunu olan “dış atış savunamama” sorunu da tekrar baş gösterdi ve ev sahibi ekip ilk yarıda  6/9 gibi “inanılmaz” bir yüzdeyle üçlük attı. Bu da adeta “pastanın üzerindeki krema” oldu ve Laboral Kutxa ilk yarıyı 47-38 önde tamamladı.

Üçüncü çeyrek Fenerbahçe Ülker adına kabus gibi başladı. Üst üste çok basit top kayıpları yapan Fenerbahçe Ülker yaklaşık iki buçuk dakikada 13-1 lik bir seri yedi ve mücadelede 60-39 geriye düştü.  Bir kez daha bir kırılma anında Fenerbahçe rakibine bir karşılık veremedi ve yenilen bu seriden sonra bir daha maçın içine dönmek için reaksiyon bile göstermedi. Ev sahibi ekip ise ısrarla Pleiss üzerinde oynayarak orada bulduğu maden’i işlemeye devam etti. Seriden sonra adeta kontak kapatan ve rakibin hücumlarını savunmak yerine sadece “izlemeyi” tercih eden Fenerbahçe Ülker belki de 35-15 biten Barcelona maçı ilk çeyreğinden sonra bu sezonki en kötü basketbolunu oynadığı  çeyreği 78-54 geride tamamladı.

Son çeyrek ise ev sahibi takım için gösteri maçı havasında geçti. Tomas Heurtel yaptığı muhteşem asistlerle basketbolseverlere adeta resital sundu ve önümüzdeki sene için elit Euroleague takımlarına göz kırptı.  Fenerbahçe savunmada “antreman direnci” bile ortaya koyamayınca Laboral takımı rahatça “100” sınırına dayandı ve maçı 95-73 galip tamamladı.

Fenerbahçe almış olduğu bu sonuçla bu sezon için Euroleague defterini geçen hafta kendi evinde aldığı Milano mağlubiyetiyle psikolojik olarak kapatmasının ardından bu maçla “matematiksel” olarak da kapatmış oldu. Sezon öncesi “efsane koç” Obradovic ile anlaşılması, Linas Kleiza,  Nemanja Bjelica ve Luka Zoric (geçen sene Malaga ile Euroleague’in ikinci yarısında muhteşem bir performans sergilemişti) gibi önemli transferlerin yapılması beklenti çıtasını yükseltmişti. Euroleague ilk turunda takımın fırtına gibi esmesi ve turnuvanın en elit takımlarını adeta bozguna uğratarak yenmesi beklentiyi iyice yukarılara çekti. Bojan Bogdanovic (İlk turda Euroleague’in en skorer oyuncusu) ve Emir Preldzic’in (İlk turda “verimlilik puanı" sıralamasında ilk 3 içerisinde) parlayan oyunlarını TOP 16 turuna taşıyamamaları kötü geçen TOP 16 turunun en büyük sebebi oldu. Bunun yanında takımın tek pota altı savunucusu Gasper Vidmar’ın sezonu kapatması ve yerinin bir türlü doldurulamaması da takımın dengesini bozdu.

Gelelim Obradovic’e. Ben Obradovic’i gerçekten bazen tanıyamıyorum. Birincisi, Bir “Obradoviç takımı” asla bu kadar ruhsuz olamaz asla bu kadar kolay yelkenleri suya indirmez. Takımdaki olmayan savunma azmi, ortaya kon(amay)an sertlik, her hafta aynı hataların tekrarlanması ve sezon başından beri süregelen ve asla bir gram ilerleme kaydedilemeyen organizasyonsuzluk ve yapılamayan top paylaşımı. Bunların hiçbiri efsane koç Obradoviç’e yakışmıyor. Basketbolla ilgilenen herkesin gördüğü ve bas bas bağırarak dile getirdiği “bu takıma bir oyun kurucu ve pota altını karartacak sert bir uzun lazım” düşüncesi neden değerlendirilmedi? Neden bu iki eksik bu kadar barizken Sekuliç ve Jackson gibi iki anlamsız ve faydasız transfer yapıldı? En basitinden Sekuliç ve Jackson yerine, Hackett ve Anosike alınsaydı (ki ikisinin de transfer döneminde ismi bizimle anıldı) eminim ki şimdi TOP 8 maçlarını hesaplamaya başlamıştık. Ki Hackett hamlesinin Milano’ya neler kattığı ortada. Uzun lafın kısası Fenerbahçe sezon başından beri asla bir “Obradovic Takımı” gibi oynamıyor. Ne savunma yapabiliyor ne de hücumda bir set oyunu oynayabiliyor. İşin en “ilginç” tarafı da yazıda daha  önce de belirttiğim gibi takım ne savunmada ne hücumda sezon başından beri bir adım ileri atamadı ve bunda hepimizin eleştirmeden önce belki de yüz kez düşünmesi gerektiği Obradovic’in de çok büyük payı var. Ama bu demek değil ki Obradovic ile yollar ayrılsın. Bu takımı ayağa kaldırabilecek ve “loser” etiketinden kurtararak Euroleague’in elit takımlar sınıfına sokabilecek tek adam şu an başımızda ve ben eminim ki şimdiden gelecek sezon için kafasında planlar hazırlamaya başlamıştır. Sadece biraz sabır… O sabır bu sefer başarıyı er ya da geç getirecek.

Neyse beyler bize müsaade, biz kalkıyoruz artık. Önümüzdeki sene görüşürüz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder