Umutların tükenme noktasında olduğu bir dönemde maç
oynanacaktı. Kendi evinde aldığı Milano yenilgisinin ardından Fenerbahçe Ülker’in
TOP 8’e kalma ihtimali artık mucizelere
bağlı gözüküyordu. Üst tur için iki Yunan ekibinden (Panathinaikos, Olympiacos)
birinin kalan iki maçını da kaybetmesi gerekliydi. Tüm bunlar ışığında maç öncesi konsantrasyon
kaybı normal olarak gözükse de hafta içi ezeli rakip Galatasaray’a karşı yirmi beş farkla kazanılan derbinin olumlu
olarak takıma etki etmesi de beklentiler arasındaydı.
Maç tam da beklediğim gibi başladı. “İki iddiasız takımın
sıkıcı mücadelesi” maç başlangıcını en güzel tanımlayan kelime gurubu olur.
İsteksiz savunmalara karşı iki takım da kolay ve yüzdeli sayı üretti. İlk
çeyrek karşılıklı basketlerle devam etti ve iki takım arasında belirli bir
diferans oluşmadan ilk çeyrek 20-18 Laboral Kutxa üstünlüğüyle geçildi.
İkinci çeyrekten itibaren ev sahibi ekip yavaş yavaş
üstünlüğünü hissettirmeye başladı. Özellikle Fenerbahçe Ülker’in zayıf boyalı
alan savunmasına karşılık pota altında 2.13’lük dev Tibor Pleiss ‘ı kullanmaya
başlayan Laboral Kutxa o pozisyonda önemli bir fark yarattı. Fenerbahçe pota
altında sene başından beri süregelen ve artık “alıştığımız” üzere Pleiss’e bir
çözüm üretemedi. Linas Kleiza’nın, Pleiss’a karşı
bir buçuk dakikada üç faul alması çaresizliğin en net göstergesiydi.
Pleiss’ın bu dominasyonunun yanında Fenerbahçe Ülker savunmasının bir diğer
kronik sorunu olan “dış atış savunamama” sorunu da tekrar baş gösterdi ve ev sahibi
ekip ilk yarıda 6/9 gibi “inanılmaz” bir
yüzdeyle üçlük attı. Bu da adeta “pastanın üzerindeki krema” oldu ve Laboral
Kutxa ilk yarıyı 47-38 önde tamamladı.
Üçüncü çeyrek Fenerbahçe Ülker adına kabus gibi başladı. Üst
üste çok basit top kayıpları yapan Fenerbahçe Ülker yaklaşık iki buçuk dakikada
13-1 lik bir seri yedi ve mücadelede 60-39 geriye düştü. Bir kez daha bir kırılma anında Fenerbahçe
rakibine bir karşılık veremedi ve yenilen bu seriden sonra bir daha maçın içine
dönmek için reaksiyon bile göstermedi. Ev sahibi ekip ise ısrarla Pleiss
üzerinde oynayarak orada bulduğu maden’i işlemeye devam etti. Seriden sonra
adeta kontak kapatan ve rakibin hücumlarını savunmak yerine sadece “izlemeyi”
tercih eden Fenerbahçe Ülker belki de 35-15 biten Barcelona maçı ilk
çeyreğinden sonra bu sezonki en kötü basketbolunu oynadığı çeyreği 78-54 geride tamamladı.
Son çeyrek ise ev sahibi takım için gösteri maçı havasında geçti.
Tomas Heurtel yaptığı muhteşem asistlerle basketbolseverlere adeta resital
sundu ve önümüzdeki sene için elit Euroleague takımlarına göz kırptı. Fenerbahçe savunmada “antreman direnci” bile
ortaya koyamayınca Laboral takımı rahatça “100” sınırına dayandı ve maçı 95-73
galip tamamladı.
Fenerbahçe almış olduğu bu sonuçla bu sezon için Euroleague
defterini geçen hafta kendi evinde aldığı Milano mağlubiyetiyle psikolojik
olarak kapatmasının ardından bu maçla “matematiksel” olarak da kapatmış oldu.
Sezon öncesi “efsane koç” Obradovic ile anlaşılması, Linas Kleiza, Nemanja Bjelica ve Luka Zoric (geçen sene
Malaga ile Euroleague’in ikinci yarısında muhteşem bir performans sergilemişti)
gibi önemli transferlerin yapılması beklenti çıtasını yükseltmişti. Euroleague
ilk turunda takımın fırtına gibi esmesi ve turnuvanın en elit takımlarını adeta
bozguna uğratarak yenmesi beklentiyi iyice yukarılara çekti. Bojan Bogdanovic
(İlk turda Euroleague’in en skorer oyuncusu) ve Emir Preldzic’in (İlk turda “verimlilik
puanı" sıralamasında ilk 3 içerisinde) parlayan oyunlarını TOP 16 turuna
taşıyamamaları kötü geçen TOP 16 turunun en büyük sebebi oldu. Bunun yanında
takımın tek pota altı savunucusu Gasper Vidmar’ın sezonu kapatması ve yerinin
bir türlü doldurulamaması da takımın dengesini bozdu.
Gelelim Obradovic’e. Ben Obradovic’i gerçekten bazen
tanıyamıyorum. Birincisi, Bir “Obradoviç takımı” asla bu kadar ruhsuz olamaz
asla bu kadar kolay yelkenleri suya indirmez. Takımdaki olmayan savunma azmi,
ortaya kon(amay)an sertlik, her hafta aynı hataların tekrarlanması ve sezon
başından beri süregelen ve asla bir gram ilerleme kaydedilemeyen
organizasyonsuzluk ve yapılamayan top paylaşımı. Bunların hiçbiri efsane koç
Obradoviç’e yakışmıyor. Basketbolla ilgilenen herkesin gördüğü ve bas bas
bağırarak dile getirdiği “bu takıma bir oyun kurucu ve pota altını karartacak
sert bir uzun lazım” düşüncesi neden değerlendirilmedi? Neden bu iki eksik bu
kadar barizken Sekuliç ve Jackson gibi iki anlamsız ve faydasız transfer
yapıldı? En basitinden Sekuliç ve Jackson yerine, Hackett ve Anosike alınsaydı
(ki ikisinin de transfer döneminde ismi bizimle anıldı) eminim ki şimdi TOP 8
maçlarını hesaplamaya başlamıştık. Ki Hackett hamlesinin Milano’ya neler
kattığı ortada. Uzun lafın kısası Fenerbahçe sezon başından beri asla bir “Obradovic
Takımı” gibi oynamıyor. Ne savunma yapabiliyor ne de hücumda bir set oyunu
oynayabiliyor. İşin en “ilginç” tarafı da yazıda daha önce de belirttiğim gibi takım ne savunmada
ne hücumda sezon başından beri bir adım ileri atamadı ve bunda hepimizin
eleştirmeden önce belki de yüz kez düşünmesi gerektiği Obradovic’in de çok
büyük payı var. Ama bu demek değil ki Obradovic ile yollar ayrılsın. Bu takımı
ayağa kaldırabilecek ve “loser” etiketinden kurtararak Euroleague’in elit
takımlar sınıfına sokabilecek tek adam şu an başımızda ve ben eminim ki
şimdiden gelecek sezon için kafasında planlar hazırlamaya başlamıştır. Sadece
biraz sabır… O sabır bu sefer başarıyı er ya da geç getirecek.
Neyse beyler bize müsaade, biz kalkıyoruz artık. Önümüzdeki
sene görüşürüz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder